son görüşmelerimden birinde insan kaynaklarını atlatıp genel müdüre gittim. daha doğrusu genel müdür bana geldi, odasını keşfetmem için erken olduğunu düşündü sanırım. ya da bilemiyorum altan. bir toplantı salonu gösterdiler, girdim.
toplantı salonunda ortada uzun, köşeleri oval, dikdörtgen bir masa, etrafında son derece uyumsuz fakat aşırı rahat 8 sandalye vardı. ben girip general manager beyefendiyi beklerken, lan hangisine otursam diye birkaç saniye beyin fırtınası yaptım. sonra kapıdan girince ulaşılması en kolay olan, kısa kenarın hemen yanındaki sandalyeye oturdum. sırtım kapıya dönüktü, gelen kişinin benimle göz temasını önceden kurmasını istemedim. sebebi de madem karakter analizi yapacaklar, kolay yem olmayayım gibi bir şeydi. her neyse, geldi, girdi, ayağa kalkıp elini sıktım. masa baş sandalyesine oturmadı, tam karşımdaki sandalyeye geçti. beni karşıdan dik bakışlarla süzdü, konuşmaya başladık.
bir saat falan konuştuk. en son sigara içiyor musun diye sordu, evet dedim. kısa bir sessizlikten sonra son diyalog şöyle gelişti:
- bekarsınız?
- evet.
- neden?
- fırsat olmadı. daha doğrusu oldu ama…
- çok mu erkendi?
- yok, ona çok geç kalmışım.
- sen erkendin yani.
- erken miydim bilmiyorum ama şarkıdaki gibi olmadı.
- bazen olmaz yeğen. kafaya takmayacaksın fazla. al, puro iç.
- bende çakmak var.
-…
zihnimde bu diyalog dönerken sessiz bakışmamız bitti, olumlu düşünüyorum, ben de sana karşı boş değilim, şu senin maaşı az kırpsak olacak bu iş, onu hallederiz ya sen kafana takma, sattıkça primden alırsın üzme güzel canını, en kötü uefa olur dedik ve iki medeni, kendini yetiştirmiş adam saygıyla l sıkışıp ayrıldı.
ama o sigaraya taktım kafayı. sigara kriter midir onu düşünüyorum günlerdir. ilana yazmıyorlar, belki yazacakları günler de gelir. bu ülkeden her şey beklenir.