Kimmiş o 60.000 İç Mimar?

Kimmiş o 60.000 iç mimar?

Üzüm yemek değil bağcı dövmek niyetindeyim, baştan söyleyeyim.

Bazen, bazıları çıkar kendilerini hak etmedikleri bir mevkide bulur, birden bire “ne oldum budalası” olur ve akla hayale gelmeyecek saçmalıklar peşinde abuk sabuk kararlar alır ve mevkilerinin etkilediği grubu zarara ziyana sokarlar.

Atatürk kendini bilen biriydi. Enver bilmeyen biriydi.

Enver Harbiye Nazırı olarak atandığında Mustafa Kemal İstanbul’a haber gönderir: “N’aptınız? Enver de benim gibi orta sınıftan gelen biridir, bu vazifeyi kaldıramaz, memleketi batırır” der. (Kaynak: Kinross ve Armstrong)

Platon’da da vardır. O, sorumluluk yüklenmesi gereken yöneticinin en önemli hasletinin “erdem” olması gerektiğini öne sürer ve liderliğin bunu en çok isteyene değil, kendini en çok saklayana, en elcil (diğergam, kendini değil toplumun çıkarlarını düşünen) bireye verilmesi gerektiğini öne sürer.

Buna göre bir sorumluluk yüklenebilmek için önce “kendini bilmek” sonra “elcil olmak” sonra “çalışmak” gerekli denebilir.

İç Mimarlık tartışması büyüyor.

Ama daha en baştan bir kavram kargaşası var.

İç mimar ünvanı kimler tarafından kullanılabilir yasal olarak?

Kim yasalara dayanarak iç mimarların mesleki haklarının korunmasını talep edebilir?

Daha önce yazdım tekrar yazıyorum iyice idrak edilsin diye:

3458 Sayılı Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanunun 1.maddesinin a) bendinde: “Türkiye Cumhuriyeti hudutları dahilinde mühendislik ve mimarlık ünvan ve salâhiyeti ile sanat icra etmek isteyenlerin mühendislik veya mimarlık tahsilini gösteren Türk yüksek mekteplerinden verilen diplomaya haiz olmaları gerekir” diye yazıyor.

Demek ki birinin iç mimar ünvanını kullanabilmesi için dört yıllık lisans eğitimi veren ve T.C. tarafından tanınan bir üniversitenin MİMARLIK FAKÜLTESİNDEN MEZUN olmuş olması gerekir.

Bitti.

Peki, kim bu iç mimar?

İç mimar mimardır.

Peki mimarsa neden iç mimar diyorlar?

Neden 1925’ten beri Akademi’de İç Mimarlık Ana Sanat Dalı var? (dikkat!…”BÖLÜM” değil “ANA SANAT DALI”…ASD diye geçer, bölüm olarak MİMARLIK BÖLÜMÜ’ne bağlıdır)

İhtiyaçtan.

“İhtiyaç icadın anasıdır” diyor Sakallı…Teknokratlaşma faşizmin çok işine geldi, zekanın tek ölçüsü IQ oldu…mimarlık mühendislik tarafından ezildi…matematikte başarılı olamayan çocuklar n’apsınlar?…onlar da İç Mimar oluyorlardı…eskiden…ihtiyaçtan…

Ya şimdi?

Geçmiş olsun…

Önüne gelen “içmimar”…

İşte bu yüzden yönetici mimarlar, yüzlerinde müstehzi bir gülümsemeyle iç mimar ünvanı ile hak taleplerine sessizler.

Acıdıklarından işlevsiz de olsa bir “odacığın” varlığına müsade ediyorlar. “Yazııık…” diyorlar.

Gerçekte, Mimarlar Odası’nın efsane başkanlarından rahmetli Oktay Ekinci’nin acı gerçeği dile getirdiği o sözlerine katılıyorlar:

“İç Mimarlık uydurma bir meslektir.”

Bitti.

Sizin diplomanızı ne T.C tanır ne de başka bir uygar ülke.

Hiç bir zaman “imza hakkı” alamayacaksınız çünkü eğitiminiz evrensel standartlara uygun değil.

Peki, gelelim o “60.000 İÇ MİMAAAR…” sloganının içindeki mimarlık fakültesi mezunu iç mimarlara.

Kaç kişi bunlar?

Bu çocukların hakkı n’olacak?

Madem bunlara mimarlık fakültesi diploması verildi, madem bunlar köle gibi mimarlık bürolarında, şantiyelerde çalıştırılıyorlar üç kuruş paraya, sigortasız, güvencesiz bir de üstüne aşağılanıyorlar meslek şovenistleri tarafından, nasıl olacak, nasıl giderilecek bu haksızlık?

Yazık değil mi bu çocuklara, ana babalarına?

Öyle “insan hakları evrensel beyannaaamesi…” diye söze başlayıp “60.000 İÇ MİMAAAR…” diye reklam sloganları atıp, göz boyamakla, şov yapmakla olmaz bu işler. Geçmiş olsun. Geç kalındı. Balta bir kere taşa geldi. Artık o baltadan hayır gelmez.

Bağcı, İÇ MİMARLAR ODASI yönetimidir.

BİR İÇ MİMARIN ÇIĞLIĞI başlıklı ilk yazımı baştan sona okuyanlar anlamışlardır ki burada sorun şahıslar değildir. Sorun yozlaşmış bir kurumdur. Yozlaşmıştır çünkü meslektaşlarının haklarını kazanmak, korumak, geliştirmek amacından sapmış ve tam tersine bu kuruma üye olan meslektaşlarını istismar etmeye, sömürmeye yönelmiştir. Kurumun yöneticileri değişmekte ancak bu yozluk devam ettirilmektedir.

Bu yozluğun merkezi Ankara’dır. Çukurambar’dır.

İstanbul’u, İzmir’i tenzih ederim.

Et kokarsa tuzlarsın, tuz kokarsa?

Bunlar, “Kamu kurumu statüsü” gibi tumturaklı sıfatları kullanarak, TMMOB gibi T.C.’nin temel kurumlarından birinin şemsiyesi altında iş çevirmeye güvenerek, etiği, hukuğu mantığı çiğneyen uygulamalarla, ağlarına düşürdükleri meslektaşlarını ezebileceklerini, sömürebileceklerini mi sanıyorlar?

İç Mimarlık ve mimarlık birbirinden asla ayrılamayan tek bir meslektir. Yalnız bizim iç mimarlar genelde naif, sanatçı narinliği olan, mücadele geleneği olmayan bireylerdir.

Ama aralarından Reşat Sevinçsoy gibi üstatlarımız da çıkar.

İtirazımız sömürüyedir. Reşat Sevinçsoy gibi üstatlarımız unutulmayacaktır çünkü meslek etiği insanlık etiğinin bütünleyicisi olarak sömürüye karşı çıkmayı gerektirir. Burada meslek içi sömürü başta gelir. Ne de olsa devrimci ilke kanonu “özeleştiri yapmak ve yerelinde çalışmak”la başlar.

Bizim meslekte tolerans istismarın başladığı yerde biter.

Serdar Anlağan

BİR İÇ MİMARIN ÇIĞLIĞI – 2 : Kimmiş o 60.000 İç Mimar?

1 Beğeni