Mesleki Etik

Etik ile iligili ve bu konu etrafındaki konular artıyor gittikçe. Ama bence en önemli mevuzlardan biri olan mesleki etik başlığının açılması ile ilgili hatırlatma yapan @anlagan 'a teşekkürler. Mimarlık ve Etik Üzerine halihazırda açılmış bir başlık var ama mimarlıktan hiç anlamadığımdan ve öznel bir başlık olduğundan yeni bir başlık açılması gereğini hissettim.

Şöyle bir cümlenin gereksizliği konunun önemini vurguluyor bence : “mimarlar o başlıkta mimarlık ve etik tartışıp bu başlıkta mesleki etik tartışabilirler”. ( Tabi ki mimarlar istediklerini yapabilirler :smile: )
Benim baktığım yerden ikisi birbirinden ayrılamaz.

Başka alanları paylaşmanızı umarak kendi alanımdan yürüyorum :smiley:

Özgür yazılımlar kullanmak etiksel bir sonuçtur. Aynı şekilde savaş sanayisinde çalışmayı reddetmekte, topluma zararlı herhangi bir projenin parçası olmayı reddetmekte etikseldir. Bunların hepsi mesleki etikle alakalı bende. Bunun sonuçları uzun süren işsizlik olsa da sonuç olarak şu ana kadar olmak istemediğim bir projede çalışmadım.
Tabi benim mesleğim biraz daha bu kaygıyla iş bulabileceğim bir meslek. Peki ya madenciler ne yapsın?
Yani bu kadar metinde açmak istediğim tartışma şu;

Mesleki etik kaygısı güderek yaşama devam etmemiz mümkün mü, mesleki etik dediğimiz nedir?

Aziz Nesin’in hapishanede geçen öykülerinden biri şöyledir :

Hırsızlığın raconunda mahpus damındaki hırsız hırsızdan çalmazmış. Hükümlüler paralarını, değerli eşyalarını hiç endişelenmeden açıkta bırakırlarmış. Bir gün koğuştakilerden birinin yüz liralık banknotu kaybolmuş. Koğuş ağası herkesi toplamış, “Kim aldıysa geri versin” demiş. Kimse ses çıkarmamış. Yalnızca aralarından biri bağırıp çağırmaya başlamış. Bu koğuştaki hırsızların hiç birinin böyle bir şey yapmayacağını, bu yüzlüğün çalınmadığını, iddia sahibinin yalan söylediğini, iftira attığını söylemiş. Tepinerek her yerin, herkesin aranmasını ama para bulunmazsa da bu herife bir temiz sopa çekilmesini önermiş. Bir sessizlik olmuş. Koğuş ağası olan yaşlı hırsız “Soyun ulan!” demiş. İtirazcı hırsız daha da azarak, bağırıp, küfrederek kendiliğinden soyunmuş, anadan doğma kalmış. Yaşlı hırsız “D*mal ulan!” demiş. İki kişi kollarından tutup çevirmişler adamı ve yaşlı hırsız anüsünden rulo halindeki yüzlüğü çekmiş çıkarmış.

Mesleki etiğin tüm meslekleri kapsayacak biçimde tartışılması gerekliliğine katılıyorum. Herkes kendi alanından örnekleyerek katkıda bulunursa meseleler daha da kristalleşir.

Yalnız burada tehlike fazla (süslü) “felsefe” olabilir. Felsefe ile safsata sıklıkla iç içe geçer çünkü. Felsefenin amacı “dünyayı değiştirmek” olduğu sürece ve felsefe pratikten (praxis) kopmadığı sürece “sıkıntı” yok.

Manik soruyor:

“Mesleki etik kaygısı güderek yaşama devam etmemiz mümkün mü, mesleki etik dediğimiz nedir?”

Mesleki etik ya da etik aynı şeydir.

“Mimarlık ve Etik Üzerine” başlığında yazdığım Hegel’in tanımını tekrar edersek eğer :

“Etik, hukuk ile ahlâklılık arasında gerçekleştirilen diyalektik sentezdir.”

Bunun ne anlama geldiğini aynı yazıda örnekleyerek izah etmeye çalışmıştım.

Manik’in sorusunun ilk bölümü ise şöyle:

“Mesleki etik kaygısı güderek yaşama devam etmemiz mümkün mü?”

Aynı soruyu diğer başlıkta ben de sormuştum.

"Ancak, mimarın (ya da mühendisin ya da hekimin ya da kamu yöneticisinin, avukatın, ya da öğretmenin ilh.) toplumsal yozlaşmanın paydaşı olmadan meslekte iş üretmesi ne kadar mümkündür?

Bunun yanıtını arıyoruz.

Yaşamımızla.

1 Beğeni

Merhabalar,

“Mesleki etik kaygısı güderek yaşama devam etmemiz mümkün mü?” Eğer, pr çalışmanızı iyi bir şekilde yaptıysanız mümkün. Şöyle ki; ülkenin yetiştirmiş olduğu, uluslararası mimarlık camiasında en tanındık yüzlerimizden Emre Arolat olursanız mümkün. Mesela Emre Arolat olunca Hatay’da Hilton Otelleri için " tarihi kazı alanı üzerine " tasarım yapabiliyorsunuz. ki yine bildiğiniz üzere tarihi eser bölgelerinde, eserlerin tasnif ve taşınma işleri bitene kadar inşaat sürecini başlatamazsınız. Bu süre 2-3 yıl kadar sürebilmektedir. Ama bu tasarımla hemen inşaat sürecini başlatabilirsiniz. ve hatta Hilton Otel’in itibarına itibar kazandırıp, oteli meraklıları için cazip kılarak paranızı katlayabilirsiniz.

antakya%20(4)-crop-u757

Ne kadar güzel değil mi ?

Ama bunun yanında bir yurt tasarlamak için anlaşılıyor ve proje size geliyor. Yerinde inceleme için x şehrine gidiliyor. İlgili Genel müd. ile görüşülüyor, bağlı bulunulan belediye başkanı ile toplantılar yapılıyor ve şehrinize dönüyorsunuz.

Kalem kalem görülen eksiklikler yazılıyor ki önceki tasarımda düşülen durumlara düşülmesin;

1- Mevcut tasarımda koridor genişliği yetersiz, ışık almıyor ve bu durum yüzünden sürekli olarak koridor ışıkları açık bırakılmak zorunda kalınıyor.

2- Her katta temizlik odası yer almıyor… vs gibi

Aldığınız notlar üzerinden koridor genişliğini uzatıp, uç noktada yer alan pencere genişliklerini artırarak koridora ışık almaya ve dahi harcanan elektrikten tasarruf etmeye çalışıyorsunuz. Bunun yanında cephede yırtıklar oluşturup orta alanlara kadar ışığı içeri alacak şekilde bir cephe tasarlıyorsunuz.

Avan projeyi onaylatmak üzere ( termin süresi içerisinde ) ilgili kuruma gidiyorsunuz. Aldığınız cevaplar;

*) Bina konumları neden bu şekilde ?

*) diğer türlü doğu batı aksında sadece koridor pencereleri ( ölü cepheler ) kalıyor ve biliyorsunuz bu şehirde kışlar çetin geçmekte. En azından ısınma ihtiyacına bir katkı yapmak istedim.

*) Gerek yok, şöyle tasarlayalım bakalım, kişi sayımıza ulaşabiliyor muyuz. ?

*) ok

*) Koridor çok geniş ve yırtık gereksiz.

*) Evet ve fakat görüyorsunuz ki ( sizlerinde yönlendirmeleri ışığında ) cephe 50 mt ve koridor genişliği dediğiniz şekilde olursa iki taraftan koridora güneş ışığı alıp aydınlatmak imkansız. Bunun yanında yırtık bırakılmazsa ışık orta noktalara kadar ilerleyememekte.

*) Olsun, bu para demek.

*) Elektrikte para ?

ok

*) En üst kat’ı yurt odası olarak tasarlamışsınız ama yemekhane olarak kullanalım, yemek kokusu binayı sarmasın.

*) Yanlız o cephe manzara görmekte, en azından bazı öğrenciler istinat duvarı değil de manzara görseler ? Hem son kata yemekhane almak demek, çalışanlar ile öğrencilerin her gün karşılaşması, tüm malzemelerin servis asansörleri ile yukarıya çıkması demek. Ayrıca soğuk depo’nunda üst katta olması bina yükü için fazla olacaktır. Kaldı ki mekanik sistemler ile gerekli havalandırmanın yapılması mümkün.

*) Sorun değil, bu şekilde dizayn edelim.

ok

*) Otopark neden bu kadar az ?

*) Çalışan sayısı belli ki, çalışan sayısının üzerinde bir tasarım var. Yeterli olacağını düşünüyorum.

*) Arttıralım. Hafta sonları otopark olarak işletip ek gelir elde etmiş olurlar.

ok

*) Yemekhane neden bu kadar büyük ?

*) Hafta içi olmasa bile hafta sonu tatil ve herkes yurt’ta olacaktır. Bu yüzden toplu şekilde yemek yiyebilecekleri ihtimaline karşı büyük tasarlandı.( ki ihtiyaç raporu üst sınırında )

*) m2’yi ihtiyaç raporunda belirtilen alt limitin biraz üzerine çekelim. Kısım kısım yemek yesinler, toplu şekilde yemek yemelerine gerek yok.

ok.

ve sonuç. Binayı kim tasarladı noktasını geçiyorum, benim tasarlamadığım kesin. Bir üst yönetim, nasıl istediyse o şekilde dizayn edildi. Ben sadece yasal bir prosedürü gerçekleştiren piyonum. Bu konuşmaları yaptığım kişi meslektaşım yani bir mimar.

Azami mimari kurallar ? Işığa Yönelim ? Araziye ve çevreye uyum ? Sürdürülebilir tasarım ilkeleri ? Konfor şartlarının sağlanması ? Çevreci bina ? Güneş Enerjisinden daha fazla yararlanma ?

Emre Arolat olursanız da sorunlar çıkıyordur elbette, doğruya doğru. Belirli bir bütçe ile hareket ediyor, seçilecek armatürlere kadar karar veriyor ve bütçeye uymayınca 2. 3. sınıf armatür seçmeye zorlanıyorsunuzdur. Haklarını yememek gerek.

“Mesleki etik kaygısı güderek yaşama devam etmemiz mümkün mü?” cevap, taviz verirseniz neden olmasın. Ama naçizane " Halil Semih Eryıldız " hocamın bir sözü vardı, onu aktarmak isterim. " Bir kez taviz verirseniz, o tavizin son taviziniz olmayacağını size garanti ederim "

Saygılar.

2 Beğeni

Valla ben bu Mumia’yı sevmeye başladım!

Yaşlanıyorum ve çok şey yaşadım ve artık bana heyecan veren tek şey genç insanların ve özellikle genç meslektaşların heyecanı, samimiyeti.

İsviçre’de yaşayan bir öğrencim var (hava atmak gibi olmasın, iyi sanatçıdır) ve dünyanın en iyi sanat okullarından birinde -çok tartışmalı bir bölüm olan- transdisiplinerde master yapıyor. İşte onun sevgilisi de Doğu Avrupalı (yani bizden) parlak bir genç kadın, dökümanter-şiir üzerine hazırladığı bir ödevde, naçizane bu fakire danışıyor, fikrini soruyor.

Diyorum ki : Bir işin orjinalliği yalnız ve yalnızca iyi (erdemli) niyet-maksattan kaynaklanır. (Üslubuma baktığımda bazen kendimi Kadir Mısıroğlu ile Şeyh Nazım Kıbrısi arasında bir yerlerde de görmüyor değilim ama neyse ki 2 yaşındaki bebeklerin öldürülmelerinin haklılığını hiç bir zaman savunmadım)

Buna göre Southpark’ın yaratıcıları Tray Parker ve Matt Stone’un işlerinde “iyi-erdemli” bir “niyet-maksat” görebilir miyiz?

Southpark ( bütün işlerin anası) şüphesiz orjinal olduğuna göre görebilmeliyiz.

Peki Southpark’tan alenen (çizgisiyle-esprisiyle) araklayan Erdil Yaşaroğlu’nun işleri orjinal midir?

Ya da Ayn Rand’tan araklayan “Akilah” Azra Kohen’in işleri? Fi-Çi filan “komple” Fountainhead’ten…

Dağılmayalım, toparlayalım.

Kuru kafa ve kemikler bizim sevdiğimiz simgelerdendir.

Sertab Erener çok kızıyor "eserleri"nin izinsiz paylaşımına.

Kardeşi ve promotörü reklamcı Serdar Erener’in hırsızlığını Akademi’de öğrenciyken en yakın arkadaşlarımdan biri olan Karikatürist Soner Günday, Leman’da acı acı yazmıştı yıllar evvel bir mağdur olarak. “Serdar! Gördüğüm kadarıyla yarım eldiven giyiyorsun, vazgeç, her hırsızlığında parmak izi bırakıyorsun” demişti.

Umut Sarıkaya’nın ifadesiyle "İt Köpek Mahallesi’ yani Show TV’deki “Çukur” dizisi Puzo’nun Godfather’ından arak. Yetmez! Son sezonda eklenen “Cumali” karakteri yine Akademi’deki en yakın arkadaşlarımdan çizgi-romancı Suat Gönülay’ın “Vakur Barut” tipinden arak.

Bu “Kopirayt-mopirayt aga!” işleri mesleki etik açısından ne kadar geçer akçedir?

Dur!

Önce hırsızlık meselesi!

Southpark’ın 7.sezonundaki .9.bölümü izleyelim.

Sonra “hırsızlığı-ahlaksızlığı, meslek etiğini çiğnemeyi” tartışalım.

Sonra, meseleleri öznelleştirmeden, “kavramsal” bakalım.

Neden?

Yazalım.

"Otoritenin en büyük düşmanı ve onu zayıflatmanın en kesin yolu kahkahadır."
Hannah Arendt

4 Beğeni


KÖTÜLÜK KEDİDİR!
“…Kötülük … kedidir. Öyleyse şeytanın boynuzları ve çatallı ayakları değil ama pençeleri ve yeşil gözleri var. Ve Goethe, Mefistofeles’i kara bir kedi yerine aynı renkte bir köpek biçimi altında göstermekle bağışlanmaz bir kusur işlemiştir. Kötülük, kedidir! İşte, yalnızca bütün evrenler için değil ama… kedi soyu için de bir ahlak! [sayfa 161]”

Engels / Antidühring


Uzatmadan…

Engels’in mizahını “anlayabilmek” için yukarıdaki alıntıyı bütünleyecek metni de eklemeliyim :

"…Modern toplumun feodal soyluluk, burjuvazi ve proletaryadan oluşan üç sınıfından her birinin kendi öz ahlakına sahip bulunduğunu gördükten sonra, bundan ancak insanların, ister bilinçli, ister bilinçsiz olsun, ahlak anlayışlarını, son çözümlemede sınıf durumlarının dayandığı pratik
ilişkilerden –içinde üretim ve değişimde bulundukları ekonomik ilişkilerden aldıkları sonucu çıkartabiliriz.

Bununla birlikte yukarıda sözü edilen üç ahlak teorisinde, her üçünde de ortak olarak bulunan birçok şey var: Sakın bu, hiç değişmemek üzere saptanmış ahlakın bir parçası olmasın?

Bu ahlak teorileri, aynı tarihsel evrimin üç ayrı aşamasını temsil ederler, öyleyse ortak bir tarihsel arka plana ve bunun sonucu, zorunlu olarak birçok ortak ögeye sahip bulunurlar. Dahası var, ekonomik gelişmenin benzer, ya da aşağı yukarı benzer aşamalarında, ahlak teorilerinin [sayfa 159] zorunlu olarak aynı amaçları gütmeleri gerekir. Taşınır malların özel mülkiyetinin gelişmiş bulunduğu andan başlayarak, bu özel mülkiyetin üstün geldiği bütün toplumların şu ahlak buyruğuna ortaklaşa sahip bulunmaları gerekiyordu: Çalmayacaksın.

Bundan ötürü bu buyruk, ölümsüz bir ahlak buyruğu mu oluyordu? Hiçbir zaman. Hırsızlık nedenlerinin ortadan kaldırıldığı, öyleyse zamanla hırsızlıkların ancak deliler tarafından yapılabildiği bir toplumda: Çalmayacaksın!

Ölümsüz doğruluğunu ciddi ciddi ilan etmek isteyen bir ahlak vaizine amma da gülünürdü.

Bu nedenle ahlak dünyasının da, tarihin ve ulusal farklılıkların üstünde bulunan sürekli ilkeleri olduğu bahanesiyle, herhangi bir ahlak dogmatizmini bize ölümsüz, kesin, bundan böyle değişmez bir ahlak yasası olarak kabul ettirme yolundaki her savı yadsıyoruz. Tersine, geçmişin her ahlak teorisinin, son çözümlemede o zamanki toplumun ekonomik durumunun bir ürünü olduğunu ileri sürüyoruz. Ve nasıl toplum, şimdiye değin sınıf karşıtlıkları içinde gelişmiş bulunuyorsa, ahlak da aynı biçimde her zaman bir sınıf ahlakı olmuştur; bu ahlak, ya egemen sınıfın egemenliğini ve çıkarlarını doğruluyor, ya da ezilen sınıf yeterince güçlü bir duruma geldiği andan başlayarak, bu egemenliğe karşı baş kaldırmayı ve ezilenlerin gelecekteki çıkarlarını temsil ediyordu. Gene de insan bilgisinin bütün öteki dalları için olduğu gibi, ahlak bakımından da genel olarak bir ilerleme olduğundan kuşku yok. Ama henüz sınıf ahlakını aşmamış bulunuyoruz. Sınıf karşıtlıklarının ve bu karşıtlıkların anısı üzerinde yer alan gerçekten insani bir ahlak, ancak sınıf karşıtlıklarının yalnızca yenilmekle kalmadığı ama yaşama pratiği bakımından unutulmuş da bulundukları bir toplum düzeyinde olanaklı olabilir. Şimdi, eski sınıflı toplumun bağrında, toplumsal bir devrimin öngününde, geleceğin sınıfsız toplumuna ölümsüz, zamandan ve gerçeğin dönüşümlerinden bağımsız bir ahlak kabul ettirme savında bulunan bay Dühring’in kendini beğenmişliği düşünülsün!

Hatta bu gelecek toplumun yapısını, hiç değilse ana çizgileri içinde kavramış [sayfa 160] olduğu –ama bunu şimdiye değin göremedik– varsayılsa bile.

Bitirmek için, “tepeden tırnağa özgün” ama gene de “köklere değin” gitmekten geri kalmayan bir açınlama daha: Kötülüğün kökenine ilişkin olarak, “kendine özgü ikiyüzlülük ile kedi tipinin bir hayvan biçimi içinde rastlaşması gerçeği, bizim için insanda da benzer bir niteliğin bulunması gerçeği ile aynı plandadır. … Öyleyse kedinin, ya da genel olarak yırtıcı hayvanın varlığında mistik bir şey kokusu sezme isteği olmadıkça, kötülük gizemli bir şey değildir.”

Kötülük … kedidir. Öyleyse şeytanın boynuzları ve çatallı ayakları değil ama pençeleri ve yeşil gözleri var. Ve Goethe, Mefistofeles’i kara bir kedi yerine aynı renkte bir köpek biçimi altında göstermekle bağışlanmaz bir kusur işlemiştir. Kötülük, kedidir! İşte, yalnızca bütün evrenler için değil ama… kedi soyu için de bir ahlak!
[sayfa 161]"

Engels / Antidühring

…mesleki etik tartışmasına katkısı olacağını düşündüm.