Sevgili meslektaşım,
Bir süredir seninle güzel güzel yazıştık. Yeri geldi ağlanacak halimize güldük, yeri geldi gülünecek halimize öfkelendik, bazen de yeri geldi kara kara düşündük. Derdimizi önümüze döküp düşünürken bazen korktuk, çekindik, yine de birbirimize cesaret verdik umut olduk.
Aramızda, ilk mailim ile başlayıp, ikinci mailimle devam eden elektriği senin de inkâr etmeyeceğini biliyorum. İkimiz de aynı dünyanın insanlarıyız. Dünyamız dışarıdan bakınca tozpembe, içeriden bakınca toz, duman, karanlık… Kravatlarımız, döpiyeslerimiz, janjanlı dilimiz tozpembe yana; düpedüz geleceğini satın almak için delicesine çabalarken, “acaba birkaç yıla kendimi kurtaracak bir pozisyon kapatabilir miyim” diye uman hal-i pürmelalimiz toz-duman yana düşüyor. Öyle ya, bir geleceğimiz yok. Yani, henüz yok. Bir gelecek edinebilmemiz için tek yol ince ince bir kariyerin peşinden koşmak, çok çalışmak gibi görünüyor. Yani geleceğimizi satın alabilecek kadar çalışsak yeter, fazlasında gözümüz yok.
Önceki yazdıklarımdan zaten anlamışsındır. Başka bir çıkış arıyordum uzunca bir süredir. Yanlış anlama, sadece kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Hepimiz için, hatta bizden sonrakiler için de çıkış olacak bir yol arıyordum. Hak ettiğimizden az paraya, türlü çilenin dibinde çalışmayı ummaktan fazlasını içeren bir umut aslında var.
Normal şartlar altında umutlu olmak dayanmanın, direnmenin bir dayanağı, ön şartı gibi algılanır. Bugün doğduğumuz topraklarda insanca ve özgürce yaşayabilme umudumuzun ise ta kendisi direniyor. Zaten bundan değil midir yurt dışına kaçış planların, sadece kendine benzeyen insanlardan oluşan gettolara kapanışın, 3. nesil kahveci ya da minik bir kahvaltıcı açma hayallerin…
Diyeceğim o ki, bu son çıkış. Umut öldüğünde, zaten eskisi gibi olmayacak olan hiç bir şeyi daha güzel yapma ihtimalimiz kalmayacak. Son çıkışı kaçırmadan, ihtimali öldürmeden bol cesaretle şöyle bir doğrulmamız lazım. Sadece maddi koşullarımızın değil, ruhumuzun da daha fazlasını yapabilmek için buna ihtiyacı var.
Kendimizi küçümsemeyelim, önemli avantajlarımız var. Mezun olduktan sonra elimize aldığımız şeyler sadece birer kâğıt parçası değil. O belgeler dünyada ve ülkemizde bugüne kadar yeşermiş tüm medeniyetlerin biriktirdiklerinin ve bundan sonra biriktireceklerinin birer aracı. Ne var ki tarih ajandasının denk geldiğimiz bölümünde, bu belgelerin bize verdiği yetki ve yetenekleri kullanarak hayatta kalmak zorundayız. Bu zorunluluk seni sıkmasın. Zira tarih ajandasının bu bölümüne notlar alanlar da sana mecbur. Demem o ki, sen yoksan o ajandada kalem dahi oynamaz, oynayamaz. Çünkü o kalem sensin, benim, biziz.
Burada bir düğüm var. Bu düğümün ilmeğini kim daha sağlam sıkarsa ajandanın bir sonraki sayfasını o yazacak. Bugüne kadar o ilmeği sıkı sıkıya tutacak bir araca biz sahip olamadık, olsun.
Şimdi yeni başlıyoruz… Bir mühendis, itirazını bir mühendis olarak dile getirdiğinde ve meslektaşları ona sahip çıktığında hepsi beraber kazanacaklar. Bir mimar veya şehir plancısı, geceler boyu üç kuruş için sesine uyandığı projenin kendi ellerinden çıktığını bilerek, meslektaşlarının dayanışmasını arkasında hissederse; artık ne geceler o kadar uzun olacak ne de kuruşlar o kadar ucuz olacak. Bu ilmeği sıkabilmenin tek yolu bir araya gelmekten geçiyor. Bu yolu arşınlayabilmenin yöntemi ise meslektaşların ve çalışma arkadaşlarının beraber hareket etme cesareti ve iradesini göstermesinden başka bir şey değil.
O Nasıl Olacak?
Merak etme, çok güzel olacak. Geceden gündüze değil, bugünden yarına değil de, çok acil olarak değil ama çabuk çabuk olacak. Fakat gece karanlığındaki kedigözleri gibi olmayacak. Çok daha parlak ve görkemli olacak. Önce birbirimizden haberdar olmakla başlayacağız. Herkes birbirini arasın, durum güncellemelerini versin demeyeceğim. Yani istersen, istediğin meslektaşlarını arayıp konuş tabi, ona itirazım yok. Ben sana başka bir haberleşme ortamı sunmaktan bahsediyorum. Belki bir, belki iki adım sonrasında beraber hareket edebilmemiz için önce bir ağın farklı uçları olmamız gerek. Şimdilik sadece bir internet sitesi olarak kurulan “mühendis mimar ağının” yani “mumia’nın” birer parçası olmamız gerek.
Sonra mı? Sonrası iyilik sağlık… Birbirimizle haberleşebildikten sonra aramızdaki bağı gerçek bir meslektaş birlikteliğine çevirmek için elimizden geleni yapacağız. Hatta mumia’yı bizzat birlikteliğimizi geliştirmenin yollarını aradığımız bir araç olarak kullanacağız. Mühendis Mimar Ağı büyüyecek, erişebildiği her meslektaşımıza temas edip hepsinin hayatlarına dokunacak, direnen umutlarını kuvvetlendirecek. Umutlar güçlendikten sonra bu ağa daha sıkı sarılıp mühendisler, mimarlar, şehir plancıları daha güçlü olacak.
Örümcek Adam’ı bilirsin. Modern bir kentin caddelerinde, birbirinden yüksek gökdelenlerin/plazaların birinden diğerine zıplaya zıplaya giden, türlü dertler ile mücadele eden, özel hayatında da gayet akıllı uslu takılan bir arkadaşımızdır. Bu arkadaşımız zamanında bir örümceğin zehirli olarak anlatılan ısırığından sonra plazalardan plazalara sıçrayacak, kentin altını üstüne katacak yeteneğe erişmişti. Doğduğun günden beridir sana da “zehirli” olarak anlatılmış olması muhtemel kimi düşünceler ya da davranışlar, şimdi senin de bileklerinden fışkırıp meslektaşlarını saracak birer ağ olmak için seni bekliyor!
Sana da bana da aynı hikâyeyi uzun süredir anlatıyorlar, ben gerçekten sıkıldım. Senin de çok sıkıldığını veya çok yakın zamanda fena halde sıkılacağını biliyorum. Performansını artır, davranışlarına dikkat et, işini en iyi şekilde yap, kendini geliştir… Bunlar kötü şeyler değil. Kötü olan bunların seni kurtaracak olan çıkış yolları olduğu yalanının sürekli söylenip duruyor olması. Kötü olan, yaptığın tüm bu iyi sayılabilecek şeylerin yan masanda oturan arkadaşının yaptıklarıyla kıyaslanacak olması.
Bu yalanların söylenmesi antik Mısır’da bir mumyacının, hayatını kaybetmiş bedene yaptığı beyin boşaltma işleminden farksız. Senin mumyalamaya çalışıyorlar…
Mumyalanma, MUMIA ’laş!
mumia ne kadar güçlü olursa sen de o kadar güçlü olacaksın…
Saygılarımla/Best Regards